BIGtheme.net http://bigtheme.net/ecommerce/opencart OpenCart Templates
ANASAYFA » YAZILAR » Katliamın 22. Yılında Sivas

Katliamın 22. Yılında Sivas

Katliamın 22. Yılında Sivas
Müslüm DOĞAN
Sivas 2 Temmuz Katliamının üzerinden yirmi iki yıl geçmesine rağmen , olay tam anlamıyla ne sistemin cephesinde ne de katliama uğrayan kesim tarafından tüm yönleriyle ortaya çıkartılıp tartışılmadı.
Sistemin olayın aydınlanmaması için verdiği çabayı anlamak mümkündür. Ancak katliama uğrayan Alevi cephesinde olay bir türlü tartışmaya açılamıyor. Katliamın ertesinde yazılan kitaplar olayı bilimsel olarak araştırmaktan uzak, duygusal yerel bilgilerin derlenmesinden ileri gidememiştir. Araştırmacı , duygusal davranıştan uzak, önyargıdan kendini kurtarabilen, toplumsal ve doğasal pratiği gözlemlerken ve önceki teorik bilgileri ele alırken şüpheci bir bakış ortaya koyan, neyi ret veya neyi kabul edebileceğini bilen, eleştirel düşünüş tarzıyla neden ve sonuçlarına ulaşan sonuç olarak denetimli kararlaştırma yoluna gidilebiliyorsa, bilimsel üretimde bulunma şansına sahiptir.
Yeni katliamların yolunu kesmek, halkları yeni acılarla karşı karşıya getirmemenin yolu ve yöntemi de bilimsel incelemeden geçmektedir.
Tarihte en korkunç katliamlar arasında yerini alan 2 Temmuz Sivas can kırımı yönelim itibariyle aydın demokrat, sosyalist Alevi-Sünni , Kürt-Türk kimliğinin buluşma noktasına denk getirilmiştir.
Sivas tüm halkların buluşma noktası olarak , önemli bir coğrafyanın da adıdır.
Tarihin ilk dönemlerinden beri karmaşanın ve fetihlerin merkezi konumunda olan Sivas, kente egemen olmak isteyen yapıların zorlandığı alan olarak ta ayrıca önem kazanmıştır.
Medler’in Sivas’taki otuz beş yıllık egemenliklerinin sonucu Mezopotamya’nın yüksek kültürü ve ticareti bu kente taşınmıştır.
Bu bölgedeki Alevi nüfusunun fazlalığı Medler’in uzun yıllar bu bölgedeki toplumsal gelişmeye katkılarından dolayıdır. Ancak doğudan batıya olan istila istekleri ile batıdan doğuya istila hareketlerin arasında kalarak bazen tamamen yıkılmış yok edilmiş, ancak yerli halkların ortak çalışmaları ile yeniden inşa edilmiştir.
On birinci yüzyılın başında Sivas’ın yerli halkları(Urfalı Mateosa göre yerli halkın çoğunluğu Ermenidir.)Türkmenlere Sivas’ın kapsını açarlar, ”Sivas’a girmeleri ile halkın büyük bir bölümü kılıçtan geçirilir.”1152 yılına kadar yarı özerk yapısı bir gider bir gelir. Anadolu Selçuklu Devletinin egemenliği ile özerk yapısı tamamen ortadan kaldırılır. Bu tarihi süreç Sivas bölge halkları için tam bir talihsizliktir. Zorla Müslümanlaştırma, etnik ayrıştırma bu sürecin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Anadolu coğrafyasındaki Türk-İslam projesi bu dönemde ortaya çıkmıştır. Acem olmasına rağmen Türk-İslam sentezli ilk devlet modelinin mimarı Nizamül- Mülk Anadolu Halklarının bin yıllık bir tarihi kesitte ruhi şekillenmesinde çok önemli rol oynamıştır. Bu zora dayalı yeni devlet anlayışına karşı sonu katliamlarla sonuçlansa da Sivas merkezli bir çok ayaklanma gerçekleşmiştir. Bu dönem “yeni bir siyasal organizasyon “olarak değerlendirilen Selçuklu devletleri uyguladıkları politikalar nedeni ile Anadolu’da sınıfsal, etnik ve inanç ayrımlarının sürecinin de başlangıcı olmuştur. Sivas’a zorla egemen olan ve ilk Türk-İslam devleti konumunda olan, Selçuklu devleti; Sünni İslam anlayışını kendisine rehber edinmiştir. ”Anadolu’ya gelirken en yoksul kesimi temsil eden Türkmenler ise Şamanizm’e İslam’ı uydurarak Anadolu’da ve özelliklede Yukarı Mezopotamya olarak anılan bölgede yaşayan Zerdüşt dininin yaşamındaki özgürlük ve eşitlikçi anlayıştan büyük oranda etkilenerek,İslam’dan Uzak durmayı yeğlemişlerdir. Zora dayalı İslamlaştırma politikaları Sivas’ta yaşayan halklar tarafından kabul edilmemiştir. Sünni geleneği yaymak ve bir devlet felsefesine dönüştürmek isteyen Selçukluların bu çabası Sivas’ta zaafa uğramıştır. Bozulan tahrip edilenkiliselerin yerine yapılan camilere ilgi olmamıştır.
Çoğunluğu Türkmenlerden oluşan Sivas halkı camilere gitmeyerek Selçuklunun yapmış olduğu camiler tamamına yakın boş bir şekilde kalırken , ticari ve sosyal hayat büyük neşe içerisinde geçtiği için İslami tarihçiler tarafından eleştirilmiştir.
Orta Asya çıplak at kültür ve ticaret anlayışı ile Anadolu’yu işgal ederek devletleşen Selçuklular, istemiyerek te olsa tarihi gelişim sürecinin bir nedeni olarak göçebe aşiret örgütlenmesinin çözülmesine neden olarak feodal toprak mülkiyetinin gelişmesine zemin hazırlamışlardır.
Bu tarihi süreç; aynı zamanda tarihi sınıf savaşımına Sivas’ın ev sahipliği yaptığı bir zaman aralığıdır. Selçuklular, egemenliklerini kurmak üzere başta Mezopotamya ve Anadolu’nun içlerine kadar yayılarak, yerli feodallarla ittifak kurarak, Sünniliği resmi devlet ideolojisi olarak halklara kabul ettirmeye çalışmışlardır. Sünni ulemaya geniş olanaklar tanıyan Selçuklular, Batini mezhep ve tarikatlarına karşı, devlete ve halifeliğe sadakatle hizmet edecek ideolojik dayanaklar yaratmaya çalışmışlardır. Bu tür Sünni devlet anlayışı başta Sivas halkı olmak üzere halkların karşı mücadelelerine neden olmuştur. Selçukluların sömürgeci Türk-İslam sentezci anlayışına karşılık ilk önemli örgütlenme Hasan Sabbah tarafından 1087 yılında kurulan gizli örgüt şeklinde gerçekleşmiştir. Alan kurtarma ve gittikçe kurtarılan alanlarla halkların özgür birleşik bir toplum yaratma mücadelesinde, köylüler, göçebeler ve yoksul zanatkar çırakları hareketinin asli unsurları olarak Sivas’ı içine alan geniş bir coğrafyada başarılar elde edilmiştir. Ancak Selçukluların bu harekete karşı, Yakın Doğunun bütün hakim sınıflarıyla, birleşmede geri durmamışlardır.
Selçuklu veziriazamı Nizamülmülk , Sünni devlet anlayışına karşı mücadele eden halkların birlik mücadelesine “..hiçbir düşman, Muhammed’in dini ve sultanın devleti için onlar kadar tehlikeli ve korkunç değildir”(*) derken halkların örgütlülük düzeyine de işaret etmiştir.
Sultan Sancar’ın 1127 yılında Sivas’a kadar olan coğrafyada on bin kişiyi katletmesiyle yeniden alevlenen köylü ve göçebe mücadeleleri 13.yüzyılın başından itibaren artan eşitsizlik, sömürü düzenini sarsmaya başlamıştır.
Halklar geçmişte yarattıkları Eba Müslüm, Babek, Hallac-ı Mansur benzeri halk kahramanlarını yaratmaya başlamıştır. Amasya’da karın tokluğuna çalışan çoban Baba İlyas önderliğinde 1239 yılında Kefersud ve Maraş’a yakın bir bölgede ayaklanarak Selçuklu orduları halk güçleri tarafından yenilgiye uğratılarak Malatya, Tokat, Amasya ve Sivas’ta merkezi devletin egemenliğine bir süre son verilmiştir.
Selçuklunun Türk-İslam sentezli devletine başkaldıran Sivas halkı bu sefer de , Moğol işgaliyle karşılaşmıştır. Bu süreçte de büyük mücadeleler yaşanmıştır. Moğol işgali Sivas’ta feodal gelişmede büyük buhranlara yol açmıştır.
Feodal sömürünün en üst ve kritik noktasında, Moğollardan kaçan Medreseli ulema, tüccarlar ,esnaf ve zaanatkarlar, Sivas şehir merkezinde zengin bir şehir hayatının kurulmasına yeniden öncülük ederken, feodalitenin yeniden güçlendiği bir şehir konumunu almıştır. Tamda bu noktada Osmanlı devletinin temeli atılmıştır. Başka bir deyişle Osmanlı feodal doğmuştur.
Osmanlının ilk yıllarında ezilen ve ezen belirgin bir halde olup, ilk arazi ve vergi kanunnameleri bile köylünün feodallar tarafından nasıl sömürüleceğini açıkça ifade etmiştir.
“Her devlet, ezilen sınıf aleyhine yöneltilmiş özel bir baskı gücüdür. O halde ,devlet ne özgürdür ,ne de halk içindir.”(**)şeklindeki tanımlama yeni devletinde halkalara ne kadar pahalıya mal olacağını tarih yazacaktı.
Osmanlı hakim sınıfları, halktan ve üretimden kopuk olarak merkezi feodal bir askeri güç olarak halkları sömürgeleştirmek için yeni katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Bu yeni devlet kurumsal yapısını kanunnamelerle pekiştirmiş, sömürüyü yazılı hale getirmiştir.
“Evveller, hesap ve arazi defterleri bilinmiyordu. Bunlar(yani osmanlı uleması)gelince, hesap ve arazi defterleri yaptılar. Para yığmak ve bir hazine vucuda getirmek adetinin başıda onlardır.” Ağır vergi ve islamlaştırma politikaları halkların yaşamını çekilmez hale getirmiştir.Her fırsatta feodallara karşı Sivas halkı savaşmıştır.
“1713’de yazılan ve hükümden ,Sivas Beylerbeyinin seferde olması sebebiyle Sivas’ın boş kaldığı ve Sivas dahilinde “kutta’i-tarik ve sa’ir eşkıya ve haramzade’nin ortaya çıktığını öğrenmekteyiz.”(Osmanlı İmparatorluğunda Ayanlık,Yücel Özkaya,TTK,1994,Ankara,Syf 71)
Hakim sınıfların ideologu olan Koçi Bey, halkların direnişi karşısında;“Her zümreye, adı geçen tarihten beri milleti ve mezhebi bilinmeyen, şehir oğlanı,Türk.Çingene,Tatar,Kürt,Ecnebi,Yörük,Katırcı,Deveci,hamal,ağdacı,yol kesen, yankesici ve diğer çeşitli kimseler katılıp usul ve kaideler bozuldu.” demektedir.
“ Türk Tarihini yapanlar” olarak ifade edilen Selçuklu ve Osmanlı rejimleri halklarını bu denli küçük görebilmektedirler. (Bu noktada Alevi yazarlarından bazılarının Osmanlıyı hoş gösterme çabasını, ayrıca ince bir şekilde araştırmak gerekiyor.)Ancak bu çabaları Anadolu halkı çok eskiden şöyle ifade etmiştir:
Şalvarı şaltağ osmanlı
Eğeri kaltağ osmanlı
Ekende yoğ,biçende yoğ
Yiyende ortağ Osmanlı
Osmanlının yeni devlet anlayışı, her gidilen yerde “teşkilat” kurmasını zorunlu kılmıştır. Halkın düşüncelerini kısıtlayarak şehir merkezlerinde halk güçlerini dağıtmak onları bir arada tutmamak için; ticari imtiyazlar vasıtası ile ihtilalci olmayan reformcu anlayışlara (Bektaşilik gibi)olanaklar tanıyarak dinamikler dağıtılmaya çalışılmıştır. İhtilalci güçlere karşı ise açıkça katliamlar uygulamışlardır.
Halkların yüksek başkaldırı geleneği yükseldikçe talepleri çağına göre ileri istekler düzeyine ulaşıyordu.
“Erzak, giyecek, davar, arazi ve bütün toprak mahsulleri umumun müşterek hakkıdır. İnsanlar doğuştan ve tabi olarak eşittir.Birinin servet toplayıp biriktirmesiyle , diğerinin ekmeğe muhtaç kalması, ilahi maksada muhaliftir…Nikahlı kadınlar iştirakten müstesnadır. Bu birlik haricinde kalan her şey insanların müşterek malıdır. Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim. Sen benim eşyamı, kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Emlakimize karşılıklı tasarruf edebilmeliyiz.” diyen Şeyh Bedrettin Yıldırım Beyazıd’a Anadolu halkının özlediği düzeni ifade ederek Anadolu’nun tümüne başkaldırıda kızıl sancak olmuştur.
Anadolu’da ilk kez özel savaş denebilecek savaş tarzı Trabzon sancağı valisi iken Şehzade Yavuz tarafından Sivas’ta uygulanmıştır. Bu dönemde Sivas’ın Stratejik konumu belirlenerek doğuya açılabilmenin Sivas’tan geçeceğini kavrayarak 1514 yılında Şehri ele geçirmiştir.
Osmanlının Sivas’taki egemenliği ile birlikte Sünni kurumların hızlıca yayılmasını sağlamıştır. Her köye cami projesi de bu dönemin ürünüdür. Sivas halkının 1514 yılından sonra hızlıca göç ettiği tarihçiler tarafından belirtilir. Geriye kalanlar ise takiyye yaparak Müslüman olduklarını beyan etmişlerdir. Sünni sömürgeci bu anlayışa karşı Sivas’ta çok önemli toplumsal başkaldırılar olmuştur. Halk kahramanları meydanlarda asılarak yok edilmiş ancak sömürü düzenine karşı başkaldırılar devam etmiştir.
Bir ulu ozan Pir Sultan Abdal ,Yıldız dağından kalkar Sivas’ın sömürgeci-şeriatçı düzenine karşı halkına şöyle seslenir:
Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkeltü taalallah
Halk kahramanı ulu ozan diğer başkaldırı önderleri gibi Osmanlı tarafından asılır.
Osmanlının egemen olduğu tüm dönemlerde Sivas halkı göçe zorlanmış, yerli halkın yerine İslamın koyu savunucuları yerleştirilmiştir. Şehir merkezlerinde okullar (sıbiyen mektepleri)cami yanına yapılarak halkın asimilasyonu kolaylaştırılmıştır.
Yakın süreçte Sivas
Osmanlı imparatorluğunun merkezi sömürgeci feodal devlet anlayışı karşısında, Kapitalizmin gelişmesi, ulusların milli burjuvazilerinin kendi pazarlarına sahip olma isteği temelinde, başta Balkanlarda ve Orta doğuda yeni ulus devletlerinin doğmasına neden olmuştur.
Osmanlı devletinin yıllardır sürdürdüğü sömürgeci politikalara karşı ayaklanan halklar kendi iktidarlarını kurmaya başladılar .Engels bu durumu;
“Bir zamanlar Türk Paşalarının tehditlerinden son derece korkan Rum tüccarları, Türklerin Ceneviz ve Venedik rekabetine son vermelerinden sonra,ticaretlerini o kadar geliştirdiler ki Türk egemenliğine isyan etmeye başladılar.” şeklinde ifade etmiştir.
Osmanlının yaşadığı bu süreç, 1876 Meşrutiyeti’ne ve 1908 devrimine yol açmıştır.
1865 yılında örgütlenen Yeni Osmanlılar kendi iç pazarını sahiplenerek bağımsız kapitalist gelişme yanında meşrutiyetin ilan edilmesi için yoğun çaba sarf etmişlerdir.
Abdülhamit’in dönemi olarak anılan ve karanlıkla eş anlamlı Abdülhamit devrinin iç politikası, geniş ve düzenli bir hafiye teşkilatı ile(Anadolu’da ilk istihbarat teşkilatı bu dönemde kurulmuştur.) halkın her hareketini izleyerek, siyasi olaylara imkan vermemek esasına dayanıyordu. Kürt feodal toplum yapısını iyi çözen Abdülhamit Kürt Beylerine kurdurduğu Hamidiye Alayları vasıtası ile binlerce Kürt ve Ermeni yoksul köylü ve emekçisinin ölümüne neden olmuştur.Yine 1902-1903 yılları arasında Bulgarların isyanını bahane ederek, 25 bin Bulgar’ın katledilmesine neden olmuştur.
Abdülhamitin esaretçi yönetimine karşı milli ticaret burjuvazisi önderliğinde büyük bir mücadele başlatılmış ,Jön Türkler hareketi olarak bilinen bu hareket Anadolu halklarını bir araya getirmeyi başarmıştır. Hamidiye Alaylarına “bir er bile vermeyiz” diyen Koçgiri Kürt Alevileri dağa çıkmışlardır.
Özellikle 1906 yılında Sivas’ta pahalılığa ve ağır vergilere karşı büyük bir yürüyüş düzenlemiş,1908 yılında da bu kez “Sivas’lı kadınlar , Vilayet konağı önünde toplanıp pahalı ve kötü kalite ekmeği protesto ettiler. Halk vilayet konağını bastı.Un depolarındaki mallara el koydu.Un vurguncularıyla ortak olan Sivas belediye başkanı linç edilmekten zor kurtulmuştu.”
Uluslar arası Emperyalist güçlerin Doğu mazlum halklarına yönelik sömürgeci ve işgal politikaları Osmanlının sonunu hazırlayan önemli etkenlerin başında gelmiştir.
Osmanlıyı kurtarma projesi Cumhuriyet’le son bulmuştur. Farklı uluslardan ve milliyetlerden, farklı inanç gurubundan insanlar süreçle birlikte oluşan Cumhuriyet projesine tam destek vermişlerdir.
Cumhuriyete kadar katliam , göz yaşı, asimilasyon anlamında hep tekrarları yaşamıştır.
Bu coğrafyada en önemli başkaldırı olayı olan Koçgiri isyanı, Sivas’ın ileriki süreçlerde potansiyel suçlu olarak görülmesine neden olacaktır.
“Ankara Büyük Millet Meclisi Riyasetine
Nefsi Zara hariç olmak üzere ekseriyet azimesi kürtlerle meskun olan koçkiri kazasıyla Divriği,Refahiye,Kuruçay ve Kemah kazalarının mümtaz bir vilayet ifrağ ve teşkiliyle yerli kürtlerden bir valinin tayinini ,memurin adliye ve mülkiyenin yine vazifeleri başında bulunmasını dileriz.”
11 Mart 1337 H. Koçkiri aşiret reisi Saadattan
Muhammet ve Taki Alişer
Telgrafında ifade edildiği gibi söz konusu bölgede sıkıyönetim ilan edilir.137 köy yakılır yıkılır,binlerce insan bu isyanda öldürülür.Koçgiri ayaklanmasının bastırılış şekli, Sivas ve çevresindeki Aleviler başta olmak üzere yeni sisteme karşı güvensizliklerini başta ortaya koymalarına neden olmuştur.
Tüm olumsuzluklara ve yeni sisteme karşı güvensizliğe rağmen demiryolu ve ticari hayatın yeni boyutu, Sivas’ı önemli bir kent yapmıştır. Demir madenleri, krom işletmeleri, halkın önemli bir nefes almasına olanak tanıyan ana unsurlar olarak değerlendirilebilir.
Kentin gelişimini tamamlayamaması coğrafi konumundan da kaynaklanmakta olup önemli sanayi işletmeleri bilinerek Sivas’a kurulmamıştır.Demir Çelik fabrikasının niçin Sivas’a değil de Karabük’e kurulduğu hala açıklanamamaktadır.
Sistem bölge insanını potansiyel suçlu olarak algılamaktadır.Sanayiinin gelişimi insanın da gelişimi olduğu gerçeği bu tür yatırımlardan Sivas’ı mahrum etmiştir.
Çok partili siyasal hayat,kapitalizmin çığırtkanlıkları Sivas halkını da cezb etmiştir.1960’lı yılların başında İstanbul başta olmak üzere hızlı bir göç başlamıştır.
Eğitim,ticari ve gelir olarak en alt gelir grubunu temsil eden Sivas insanı kentlerde birer yoksul emekçiye dönüşmüşlerdir.Yeni yaşam alanları ise köyden farksızdır.
Şehirdeki kentli nüfus ile birlikte kır nüfus dengesinin Aleviler anlamında bozulması toplumsal dokuya da yansımıştır.Sünni kurumlar hızlıca kente yayılmıştır.Kuran kursu,İmam Hatip liseleri,dinci vakıf ve dernekler yoksul Sünni Sivas halkını olumsuz yönde motive etmiştir.1978 yılındaki 3-4 Eylül olayları bu gelişmelerin ürünü olarak algılanmalıdır.
Özellikle 3-4 Eylül olayları nedeniyle şehir merkezindeki Kürt Alevi nüfusu önemli şekilde göç nedeni ile azalmıştır.
12 Eylül Askeri harekatı Sivas’ın toplumsal yapısını iyice bozmuştur. Şeriatçı kurumsallaşma devlet eliyle üst noktaya çıkartılmıştır.
Bu kurumsallaşma sonucunda;
Emekçi Anadolu halklarının göz bebekleri kadar önemsedikleri aydınlarına karşı 2 Temmuz katliamı 1993 yılında gerçekleşir.
Bu yöneliminde” Asıl amaç ise, Sivas’tan Samsun’a kendisi için bir yol açmak isteyen PKK’nın, Sivas’ta bulması olası barınma ortamını ortadan kaldırmaktı.”(***) “1993 kıyımının nedeni, Sivas’tan Samsun’a yol açmak isteyen PKK’nın Sivas’ta yerleşebilmesinin ortamını yok etmekti.
Bu da, kent içinde yoğun olan Alevilerin kenti terk etmesiyle yada kalanların politikadan büyük ölçüde yalıtılarak politikasızlaştırılmalarıyla olanaklıydı.”(a.g.e)
“Sivas kırımında tek hedef o anda Madımakta bulunan insanlar değildi. Madımak’takilerle aynı düşünceyi paylaşan Ağrı Dağı’nın başındaki çoban ile anfi de ders veren profesördü de aynı zamanda.”(****)şeklindeki iki ana değerlendirme çerçevesine yüzlerce teoriler üretilmiş, “Devlet bilincimizin bulanması” sonucu zeminin oluşmasına karşı olan katkılarımızın da öz eleştirisi yapılarak olay tarihe bırakılmak istenmiştir.
Ancak Tarih kaydedilmiş, yorumlanmış, incelenmiş, açıklanmış ve doğrulanmış toplumsal ve tarihsel olgular kümesidir. Bilmeliyiz ki, tarih geçmişin bugünün ve geleceğin bağlantısı veya diyaloğudur.
Geçmişi,bugünün ışığında ve gelecekle bağ kurarak anlayabiliriz. Bugünü de, geçmişi iyi anlamanın ve çözümlemenin sonucu olarak daha iyi anlar ve gelecek hakkında bilimsel tahminlerde bulunabiliriz .Bu yöntem bize karşı yönelimlerde tekrarları önleyecektir. Aksi takdirde doğru bir muhasebenin şartlarını hiçbir koşulda yaratamayız.
Sistem ve kurumları bu çıkmazın farkında olarak toplumsal yapımızı çözmede yeni yöntemleri vizyona koymuşlardır. Anadolu Alevi aydın tanımından çok büyük zevk alan, kişisel zaaflarını aşamayan yapılar, büyük bir pişkinlikle bu yeni yöntemleri halkımızın lehineymiş gibi sunarak yeniden devlet bilincimizin bulanmasına neden olmak istemektedirler. Bu beyler, İsterlerse Cem vakfı, Ehlibeyt Vakfı gibi sistem örgütlenmelerinin yanında yer alabilirler. Sanıyorum kimse de bir şey demeyecektir.
Sonuç olarak, tarihin her sürecinde birer tekrar olarak karşımıza çıkan ,toplumsal yapımıza karşı yönelimlerden kurtulmanın bir yolu;doğru muhasebeden,cevaplamaktan kaçınmayacağımız sorulardan ve doğru örgütlenmeden geçecektir.
Kaynakça
1- Muzaffer İlhan Erdost,Üç Sivas,Onur Yayınları,1996 Ankara
2- Ali Balkız,Sivas’tan Sydney’e Pir Sultan,İtalik Yayınları,1999 Ankara
3- Yücel Özkaya,Osmanlı İmparatorluğunda Ayanlık,TTK,1994 Ankara
4- Urfalı Mateos,Vekayi-namesi,Hrant d.Andreasyan,TTK,1995 Ankara
5- Nizamülmülk,Siyasetname,Dergah yayınları
6- Ahmet Yaşar Ocak,Babailer İsyanı,Dergah yayınları
7- Koçgiri Ayaklanması,Komal Yayınları
(*) Nizamülmülk,Siyasetname,Dergah Yayınları
(**)Engels
(***)Üç sivas,Erdost ilhan,sol yayınları

Check Also

HIZIR AŞKINA AYAĞA KALKIN!

ÜLKEMİZE, ÇOCUKLARIMIZA ve GELECEĞİMİZE HIZIR OLACAĞIZ. Hırsızlığa, yalana, talana, Katilleri affedenlere, Dini inançları sömürenlere, Alevi-Kürt-Ermeni ...

Bir yanıt yazın